21 Ağustos 2008 Perşembe

BATI’NIN KAYBOLAN AHLAKİ ÜSTÜNLÜĞÜ...

Çoğu Batılı ve özellikle ABD’li uzman keşke Soğuk Savaş hiç bitmeseydi diye içinden geçiriyordur. Zaten Vladimir Putin bu yöndeki dileğini, “Sovyetler Birliği’nin yıkılışı 20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketidir” diyerek ortaya koymuştur. Özellikle Batılı ülkelerin 1990’dan sonra dünyanın çeşitli bölgelerinde gösterdikleri basiretsizlikler ve göz boyamalar, küreselleşme denen heyyula sonucu iyice göz önüne serilmesi, dünya kamuoyunun Batı’nın sahip olduğu değer yargılarını ve ahlakı sorgulamasına sebep olmuştur. Sovyetler Birliği zamanında Hollywood’un da yardımıyla, daha kötü örneğe karşı “ben doğru, dürüst ve iyiyim” mesajı veren ABD önderliğindeki Batı’nın foyası, Demir Perde yıkılınca ortaya çıkmıştır.

Küreselleşme ile birlikte bilgi ve iletişim olanaklarında olağanüstü artış diğer devletlere de imkan verildiği zaman gelişebilecekleri ve zenginleşebilecekleri yolunda umut olmuştur. Bu umudu en iyi şekilde değerlendiren ülkeler Çin ve Hindistan olmuştur. İki ülke de küreselleşmenin beraberinde getirdiği fırsatları, insan kaynağını belirli bir vizyon ve strateji çerçevesinde değerlendirdikleri taktirde avantaj sağlayacaklarını görmüşlerdir. İşin traji-komik yanı, 2050’lerde dünyanın süper güçleri olması beklenen iki ülkenin de bu gelişimlerini, Batılı ülkelerin küremize sunduğu iki olguyla, liberalizm ve kapitalizmi kendi değerleri çerçevesinde yorumlayarak elde etmiş olmalıdır. Kısacası, bugün Batı’ya rakip olan iki ülke ve çevre bölgeleri bir bakıma Batılı liberal-kapitalist aklın çocuklarıdırlar. Batı’da bilgi toplumunun yaşandığı süreçte, sanayi üretiminin de söz konusu ülkelere ve çevrelerine yerleşmesi, önemli bir itici güç oluşturmuştur. Sanırız ki Batı medeniyetinin, diğer medeniyetlere kibirli bakışı ve dünyada ne olacaksa bizim kontrolümüzde olur hesabı, Güneydoğu Asya’da pazardan dönmüştür. Güneydoğu Asya halkları Batı’nın algılayamayacağı bir hızla gelişim göstererek ve öğrenerek sadece taşeron olmayacaklarını göstermiştir. Batı toplumları hızla yaşlanır ve esnekliğini ve sözde dünyaya açıklığını kısmen ABD hariç kaybederken, Güneydoğu Asya ve kürenin diğer merkezlerinde, medeniyetlerin yeniden dirilişine şahit olmaktayız. İslam’ı da bu dirilen medeniyetler arasına yerleştirmekte herhangi bir sakınca görmüyorum.

Bugün, İslam dünyasında ve müslüman toplumlarda, dünya ile barışık, zamanın getirdiklerini benimsemiş genç bir nüfusun varlığı dikkat çekicidir. Bu genç nüfus İslam’ı kendileri için bir engel değil bilakis beraber yükselecekleri bir kimlik olarak görmektedirler. Türkiye’nin bu konuda önemli bir örnek olduğu kanaatindeyim.

İşte küreselleşmeyi yerel değerlere eklemleyerek meydana gelen bu yeni yükseliş, Batı’nın 400 yıldır sürdürdüğü ayrıcalığa karşı ilk önemli direniş hattını oluşturmaktadır. Bir yandan kadim Çin medeniyetinin, doğu ahlakının yükselişi, diğer yandan İslam’ın kendini yenilemesi, Batı’nın ahlaki üstünlüğüne karşı önemli rakipler olarak çıkmaktadır. Batı medeniyetinin pragmatist ve subjektif ahlaki yaklaşımının, Bosna’da, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, nükleer silahların yayılmasının engellenmesine dönük çifte standartta ve en son Doha Round’unda görüldüğü üzere şartlar aleyhine döndüğünde çözümsüzlüğü çözüm gören anlayışında iflas ettiğinin görülmesi, insanlığı yeni arayışlara itmektedir. Bu noktada insan hakları, hukukun üstünlüğü ve refah devleti gibi unsurların artık insanlığın ortak değeri olduğunu kaydetmemiz gerekiyor.

Batı artık bu değerlerin tek sahibi değildir. Avrupa’da ve ABD’de yükselen müslüman ve yabancı düşmanlığı, Batı medeniyetinin toleransının da sınırını göstermiştir. Almanya’da Türk kökenli vatandaşların görünürlüğünü artırdıkça mazur kaldıkları ayrımcılık bu sınırın en önemli göstergesidir. Kısacası diğerlerinin yükselişini görürken şimdilik sadece ahlaki açıdan da olsa Batı’nın düşüşüne şahit olmaktayız. Bir yanda piyasacılar, bir yanda askeri sanayi kompleks taraftarları tepişirken, dünyamız yeni bir doğumun eşiğinde. Söz konusu iki taraf bu doğumu engellemenin peşinde mi?

11 Eylül’den sonra dünyamızın çeşitli bölgelerinde artan gerilimler, Afrika’da yaşanan bölüşüm mücadelesi, Batı dünyasının haşarı çocuğu Rusya’nın önlenemez ve başına buyruk! yükselişi, İran ve İsrail’in karşılıklı salvoları. Son olarak Gürcistan üzerinden kopan kızılca kıyametle ortaya çıkan Batı iki yüzlülüğü, benim işgalim iyi benimkisi kötü, karşımızda sanki bir komedyanın oynadığı hissini uyandırıyor. Irak’ta, Filistin’de, Burma’da, Filipinler’de, Doğu Türkistan’da yaşananlar insanın aklına geldikçe Gürcistan paradosi insanın canını acıtıyor. İnsanın aklına ister istemez de takılıyor: sanki bir el dünyayı Rusya üzerinden yeniden ikiye bölerek, iktidarını devam ettirmek istiyor. 400 yıldır dünyayı yönetenler artık paylaşmayı da öğrenmeliler.



Sernur Yassıkaya
Dış Politika Uzmanı
19.08.2008

Hiç yorum yok: